Geldiğimden beri hayranlıkla buradaki doğayı ve insanların doğayla uyumunu izliyom. Yambio, gökyüzüne binaların karışmadığı, her gece onlarca yıldızın kaydığı, balta girmemiş ormanların bulutlara uzandığı, gündüz sıcağının ardından gelen fırtınanın heralde sabah kalktığımda her yer yerle bir olmuştur dedirttiği, fırtınalarında çatılarınıza düşen mangoların rüyalarınızı deldiği, küçücük kulubelerinde koca göbekli çocukların yaşadığı, hani yatakların üstüne bir sünger bile konmadığı, bir pisiklette taşınabilecek en ağır ve kocaman yüklerin en dengede taşındığı, kadınların ve çocuklarınınn türlü türlü şeyi ne kadar ağır olsa da kafalarının üstünde yorulmadan taşıdığı , ölülerin bile motosiklette taşındığı, beyaz ve de aslında türlü türlü kelebeklerin diyarı Yambio…
Yağmurlar başladı az da olsa. Bu iyi haber, kurak mevsim bitiyo. Yağmurlarla beraber türlü türlü börtü böcek oluyo her yerde. Şu anda ben yatağımdayım ama yatağımı başka canlılarla paylaşıyom. Önceleri biraz zor geldi, yani sonucta böcekten korkmayı bi kenara bırakıyom, çünkü korkarsanız paranoyak olursunuz çünkü her an bi yerinizdeler. Ben ilkokula giderken yaşadığımız evde çok fazla karafatma vardı. Bi gün önlüğümü dışarda bırakmışım. Sonra sabah okula giderken giydim. Okuldayken böyle bişiler üstümde yürüyo, dedim ne acaba. Sonra tuvalete gidip de önlüğümü çıkarınca gördüm ki, bi karafatmayla beraber okula kadar gelmişim, şimdi de böyle benzer bi hisle yaşıyom, sürekli üzerimde bi böcekler dolanıyo. Burda yaşam koşulları zor. Yani İstanbuldaki hayatıma gore… Çünkü doğru düzgün bi buzdolabı yok, çamaşır makinesi yok, ne biliyim işte yattığım yatak inanılmaz rahatsız. Temizlik anlayışlarımız falan farklı. Sonra 16 kişiyiz iki tuvalet, iki banyo var. Tuvalet, kuru tuvalet yani bi çukur var onun üstüne bi tuvalet kapağı yerleştirilmiş, işinizi orda görüyosunuz, bazen bi yaratık gelir de kıçımı ısırır mı diye düşünmüyo değilim... Hani böyle bikaç gün için iyi ama sonrasında insan bi konfor arıyo. Duşumuz normal ama tabi beş dakkayı aşmamak gerekiyo.
Ha bi de hergün sıtma olmayalım diye ilaç alıyoz. Evimde dekor diye kullandığım sinek girmesin diye olan tülün altında uyuyom, ne deniyodu ona, hah cibinlik. İlk geldiğimde iki kişi kalıyoduk allahtan bi oda boşaldı oraya gectim, küçük de olsa bi dolabım da oldu , yerleştim, hatta yakında kulübelerden birine geçiçem… Genelde herşey çok yavaş ilerliyor, ben biraz hiperaktifim falan, zorlanıyom bazen o yüzden. Neyse geçen gün bi kriz geçirir gibi oldum, ikinci hafta krizi diyelim. Hani yaşama koşulları, hastane koşulları, gördüklerim falan derken, tanrım ne yapıyom burda, niye acı çektiriyom kendime, deli miyim dedim… Sonra işte sakinleştirdim kendi kendimi, konuştum, müzik dinledim falan, burada olmam hem burası için önemli, hem benim için önemli dedim…
Ertesi gün haleti ruhiyem değişmişti zaten, fakat bugün en zor günlerimden biriydi itiraf etmeliyim. Daha once demiştim ben hastane lojistiğinden sorumluyum diye. Ama bi de ekip olarak Yambio’nun etrafındaki sağlık ocaklarına, merkezlerine, sonra etrafta yaşayan küçük topluluklara da destek verme hedefimiz var. Bir sorumluluğum da o bölgelerin lojistik ihtiyaclarına destek olmak. O yüzden dünden itibaren bu bölgeleri ziyaret etmeye başladık. Dün Bangasu’daydım. Bangasu’ya giderken gene o ormanların içinden geçiyosunuz. Yolda Kongolu mültecilerin olduğu bir kamp da var… Sanırım Bangasu’da olduğu kadar cırcır böceklerinin öttüğünü duymamıştım hayatımda. Konuşurken birbirini duyamıyosun, o kadar yani. 200 hane var Bangasu’da. Bir de sağlık ocağı ama sağlık ocağının durumundan bahsetmicem, zaten sağlık ocağı açık da değildi gittiğimizde. Su kaynakları kısıtlı, bi kuyu olduğunu söylediler ama göremedim. Aslında bi depo var ve su pompası var ama sistemde bi bozukluk var sanırım. Neyse çalışmıyo. On yıllarca sürmüş bir iç savaştan sonra çok da bişey bekleyemiyo insan oradaki merkezden ya da merkezde çalışandan. Yoldan geçerken mülteci kamplarını gördüm, yerinden yurdundan edilmiş insanlar… Düşünsenize evinizdesiniz bi gün, birileri geliyo, bırakın evinizde kalmayı, kasabanızdan sizi kovuyolar… Gitçek yeriniz yok… Ya da işte iklim değişikliğinden kasabadaki tek nehrin artık akmaz olduğunu yani aslında evinizdeki musluğun artık hiç akmayacağını falan düşünün. İşte bu sebeplerle insanlar yerlerinden, yurtlarından oluyolar…
Bugün Gangura’ya gittik ve de Kongo sınırına kadar yol aldık oradan sonra¸ Nabiapay diye bi yere gittik. Gangura’da durum biraz daha iyi. Biraz organizasyon, biraz temizlik, biraz destek lazım. Umarım önümüzdeki günlerde bunu sağlayacağız. Yakında kızamık aşısı kampanyası için oraya gidicez. Bugün çalışmayan buzdolaplarını çalıştırmayı başardık. Bizim ekipte inanılmaz şoförler var, böyle kullandığmız her ekipmanı biliyolar, valla onun sayesinde çalıştı buzdolabı diyebilirim. Böylece aşılarımızı uygun koşullarda saklayabilicez. Neyse son yerin adını unuttum… Keşke son yeri tamamen kafamdan silebilsem… Orada bir grup insan yaşıyo. Yambio’da biçok yerde kuyu suyu kullanılıyo, ortak kullanılan tulumbalar var. Orada bidonuyla su almaya giden küçük kıza, suyu nerden aldığını sorduğumuzda işte sınırın ordaki su kaynağından alıyom dedi. Tabi oraya gittik. Koca göbekli çocuklar… Çok tatlılar… Niye böyle koca göbekli bunlar diye sordum, valla bilmiyodum… Belki siz de bilmiyosunuzdur. Su olmayınca yediğini içtiğini iyi yıkayamıyosun, sonra karnına kurtlar birikiyo ve onlar kocaman kocaman oluyo, sonra karnın da kocaman oluyo, tropikal bölgelerde görülüyo daha çok, hatta bizim de karnımızda kurtlar birikmeye başlamış olabilirmiş. Sonra su kaynağına gittik, böyle bi buçuk metrelik bi su birikintisi aslında, suyun rengi beyazla gri arasında, içinde balıklar yüzüyo. Suyun durumuna baktık, ölçtük, biçtik. Ne yazık ki kullanma standartlarının çok çok altında su. İnsanlar bu suya ulaşabilmek için aslında çocuklar falan yarım saat yürüyolar. Evinizde bulaşıklarınızı yıkamak için otuz dakika yürüdüğünüzü düşünün… Hani yürüyüş yolu balta girmemiş ormanların arası, çok güzel bi yol ama suya erişim bu kadar zor olunca, insanlar suyu kulllanmaya eriniyolar, sonra susuzluğun getirdiği hastalıklarla boğuşmak gerekiyo. Bi de hastaneye yakın bi bölge var, oraya da gittik Kpirabi. Yedi bin kişiye bir tulumba düşüyo. Orada yine yerinden yurdundan edilmiş insanlar da yaşıyo, onlar da yine bi birikintiden su alıyolar, sapsarı, kullanılmadan once çok şey yapmak gereken bi su. Hastaneye o bölgeden çok fazla hasta geliyo, isal olan çocuklar, ne yazık ki ölümler de yaşanıyo isal yüzünden. Aslında oralara bikaç kuyu açmak bu durumun bi çözümü.
Sınır tanımayan dokorlar hastalıkları tedavi etmenin yanı sıra hastalık kaynaklarını ortadan kaldırmaya calısıyo. Yani işte su yok, bölgede isal vakaları mı görülüyo, oraya temiz su nasıl götürülür onu düşünüyo, gerçekleştirmeye çalışıyo. Umarım bu gittiğimiz bölgelerdeki su sorununun çözülmesi için bişeyler yapabiliriz. Biz yapamasak da umarım durumu anlattığımız başka sivil toplum kuruluşları yapabilir.
İnsanların yerlerinden yurtlarından edilmediği, en azından temel ihtiyaç olan temiz suya ulaşabildikleri, temel sağlık hizmetlerine ulaşabildikleri bi dünya diliyom…
Tambuahe