KOZİ'ME SEVGİLERLE...
Bundan on yıl kadar önce Şura ve Bilge’yle beraber
bi alışveriş merkezine gitmiştik. Dönüşte de toplu taşıma yok, alışveriş merkezinin servisinin saatini
beklememiz lazım falan, istemedik beklemek, çok vardı servise, otostop çektik.
Bi adam durdu, aldı bizi. Ama böyle bi rahat hissetmedi, biz de rahat hissetsin
diye inceğimiz yerden önce indik arabadan.
O zamanlar annemlerle oturduğumuz yerde hayvan koruma evi
olarak biliniyoduk, nerde bi hayvana zarar gelse, bizi arıyolardı. Ön balkonda
iki köpek, arka balkonda bi görme engelli köpek, evde kediler. Bu arada beşinci
katta oturuyoz falan. Ama bi yandan hasta hayvanlar, bazen kaybediyosun onları
falan hem sinirlerin bozuluyo, hem öyle bi kaynağımız da yok yani, hani bahçe
falan yok, e tedaviler hep masraf, ama elimizden geleni yapıyoduk… Neyse
ailecek karar almıştık o zaman, bi tane köpek menenjit olduğundan onu uyutmak
zorunda kalmıştık ve hepimizin sinirleri çok bozulmuştu bu duruma, işte başka
hayvan girmeyecek eve, sadece şu an evimizde olan kedimiz olacak, ötekilerin
problemlerini olabildiğince dışarda halledicez falan…
Neyse işte otostoptan indik, bi sokağa girdik, ben
başka sokaktan gidelim diyom ama kızlar illa bu sokaktan gitçez dediler, hadi
ben de takip ettim… Bikaç çocuk bi tane kedinin başında bekliyo. Bizim Şura ve
Bilge de gördüler kediyi ay yazık falan diyolar. Ben bakmıyom tabi, bakarsam ne
olcak bilmiyom. Bizim kızlara diyom ki, kızlar bişi yapamayacaksınız, nasıl
olsa almıcaksınız kediyi, o yüzden gidelim hadi… Benim için zor tabi bakmamak…
Neyse tam kızlara bi daha seslenecektim, kafamı çevirmiştim ki, Kozi ile göz
göze geldik…
Bi hayat anı aslında… Kozi bi deri bi kemik, küçük belki
bi buçuk, belki iki aylık bi kedi, tüyleri birbirine yapışmış yağlanmaktan,
kendini temizleyememiş çok belli. Sonra bi ayağı kırılmış nasılsa, galiba öyle
kırık bi şekilde de kaynamış. Sonra gözlerinde iltihap var, gözlerde perde… Ama
biz gene de göz göze geldik onla işte, o sırada gözlerimin içine bakarak “miyav”
dedi… Yani bi film gibi annemlerle yaptığımız konuşmalar gözümün önünden geçti
ama. ama o “miyav” sesine nasıl dayanırdım ki? O kadar pisti ki ellerimle
tutamadım bile, bi torba aldım onun içine koydum, sonra bi kutu buldum falan.
Kutuyla beraber eve giricem, kapıyı çaldım, babam elimde kutuyu gördüğü an
kapıyı yüzüme kapattı ve içerden bana herhangi bi hayvanla eve giremeyeceğimi
söyledi. Annem de yok evde, param da yok falan… Neyse annemi buldum, gösterdim,
dayanmadı yüreği, para verdi bana, veterinere gönderdi, bi yer buluruz dedi.
Götürdüm veterinere, gözlerini tedavi olabilceğini söyledi ama ayak için pek
umut yoktu ne yazık ki. Bi de giderken kutunun içine kakasını yaptı ki, nasıl
kokuyo, rezil oldum millete… Sonra eve geldim, kapının dışından babama Kozi’ye
bakacak birini kesin bulacağıma dair sözler verdim ve eve girmeyi başardım Kozi’yle…
Aslında Kozi’nin uzun adı Quasimodo… Kısaca Kozi oldu adı işte J. Elbette ben ona bi yer bulamadım, herkes kedim
şöyle güzel olsun, böyle rengi olsun falan diyodu. Kozi’yi beğenen çıkmadı,
oysa aslında o bi bengal kaplanı gibiydi, sağ tarafındaki izin aynısı sol
tarafında da vardı, sol elindeki çizgi, sağ elinde de vardı, çok güzeldi
oğluşum, kaplandı…
![]() |
Koziyle... |
Neyse işte ne kadar şanssızdılar oysa ki Kozi’yi
beğenmeyenler ve biz ne kadar şanslıydık aslında… Ne kadar sevgi doluydu Kozi,
benim bugüne kadar gördüğüm bütün kedilerin hepsinin sevgisini topla o bile
anlatmaya yetmezdi Kozi’nin sevgisini. Herkese karşı, kim gelse eve, topallaya
topallaya gider herkesi ne kadar çok severdi, böyle kafasıyla vücuduyla severdi
herkesi, hani bunu her kedi yapar dersiniz belki ama o size değince başka
değerdi, bunu herkes de söylerdi, Kozi başka derdi herkes… Zaten babam sonra
dedi ki, hani birini bulur gibi olmuştum Kozi’ye, vermem dedi, vermem Kozi’mi
kimseye, zaten sonra Kozi babamın kedisi olmuştu (ta ki Kontes gelesiye kadar
ama o başka hikaye tabi)… Kim gelirse gelsin onlarla uyurdu, hani yeni
tanıştığı birileri olsa bile ona fark etmezdi… Genelde annemle uyurdu tabi, ama
o kadar kocamandı ki, yatağın çoğunu kaplardı valla. Galiba çok aç kalmıştı, o
yüzden çok yemek yiyodu, onu durdurmak zordu, herkesin yemeğine dalıyodu,
yemekleri kaçırmak zorunda kalıyoduk, o yüzden de çok kilo almıştı aslında,
belki on kilo vardı Kozi… En çok sevdiği şey de zeytindi. Kahvaltı sofrasını
hazırlıyoz bi gün, zeytini koymuşuz, sonra mutfağa gitmişiz, tabi Kozi masanın
üstünde yerini almış hemen, patisiyle bi tane zeytin çıkarmaya çalışıyo tabaktan,
tabi ben mutfaktan çıkıyom görüyom, Kozi napıyosun diyom, “miyav” diyo bana
sanki ne var ki, bi zeytin alıyoz, sevdiğimiz yiycek işte der gibi… Sonra bunu
her tekrarladığında ben ona “Kozi, şişşştt” diye bağırıyodum o da bana miyav
diyodu… Hatta bu oyunu hep oynuyoduk onla sonra da, şişşttt Kozi diyodum,
zeytin olsa da olmasa da işin içinde, o ne yapıyoz be bakışlarını atıyodu bana,
miyavvvv diyodu sonra… Kozi sevginin simgesiydi benim için hep, sonra
yaşamanın, yani onca derdine rağmen ne güzelde sevgi dolu ve mutlu yaşıyodu,
valla evimize geldikten sonra, Kozi “sevgi”
daha bi anlamlı hal aldı, sanki daha çok sevdik birbirimizi, sanki bize sevgiyi
daha bi güzel öğretti, yaşattı Kozi… Sonra bi de burun ısırmayı çok seviyodu,
böyle kucağınızda yatıyoken bir an hopp diye burnunuzu ısırabiliyodu ama tatlı
ısırma J Bi de böyle penguen gibi otururdu iki ayağının
üstünde, bi de ne ayağım kötü, ne şişmanım der her yere koşturur, oyunlar
oynardı, oynardık yani… Bi yeğenlerimi kıskanırdı azcık, Toprak ve Ege’yi, hani
o da annemle babamı kıskanıyodu sanki gibi, e tabi torun olunca… Annemler
Fethiye’ye taşınmışlardı o zaman hem kendileri, hem kedilerimiz için, Kozi önce
dışarı çıkamıyodu ama sonra bi alışmıştı, bi koşturuyodu kelebeklerin falan
arkasından, galiba Kozi’yle ilgili en sevdiğim manzaralardan biri oldu bu…
Canım sıkılmıştı bi keresinde bişeylere, ağlıyodum, gelmişti kucağıma,
gözyaşlarımı öpmüştü, kafasını koymuştu yüzüme… Konuşuyodu hep, bişi diyodun
muhakkak karşılık veriyodu, daha vermediğini görmemiştim, hem Türkçe hem başka
diller de biliyodu yani, yabancı arkadaşlarımla da konuşuyodu hep, hani hiç
duymamazlıktan gelmezdi Kozi, duymamazlıktan, görmemezlikten, sevmemezlikten
gelmezdi işte…
Kozi’mle bi ilkbahar sabahı karşılaşmıştık işte… Hani
dünya, olaylar beni onunla karşılaştırmıştı, bu randevu evren tarafından
ayarlanmıştı sanki… Sonra ben işte geçen ay Güney Sudan’dan döndüğümde, annemle
babamı görmeye gittim tabi ki Datça’ya. Babama haber ettim, otobüs terminalinde
karşıladı, anneme de sürpriz yaptık… Eve girdim, gittim annemle sarıldık
öpüştük, kafamı çevirdim, sevinçle Koziiiiiiii, oğlummmm şişşşştttt diye
bağırdım, kimse miyav demedi… Sonra annemle babam ağlamaya başladı… Ben yokken
Kozi’yi kaybetmişiz, hasta olmuş, gitmiş Kozi… Ben yokken gitmiş… Çok özledim
Kozi’yi, çok özledim…
Bilge