14 Kasım 2012 Çarşamba


KOZİ'ME SEVGİLERLE... 

kozi
Bundan on yıl kadar önce Şura ve Bilge’yle beraber bi alışveriş merkezine gitmiştik. Dönüşte de toplu taşıma yok, alışveriş merkezinin servisinin saatini beklememiz lazım falan, istemedik beklemek, çok vardı servise, otostop çektik. Bi adam durdu, aldı bizi. Ama böyle bi rahat hissetmedi, biz de rahat hissetsin diye inceğimiz yerden önce indik arabadan.
O zamanlar annemlerle oturduğumuz yerde hayvan koruma evi olarak biliniyoduk, nerde bi hayvana zarar gelse, bizi arıyolardı. Ön balkonda iki köpek, arka balkonda bi görme engelli köpek, evde kediler. Bu arada beşinci katta oturuyoz falan. Ama bi yandan hasta hayvanlar, bazen kaybediyosun onları falan hem sinirlerin bozuluyo, hem öyle bi kaynağımız da yok yani, hani bahçe falan yok, e tedaviler hep masraf, ama elimizden geleni yapıyoduk… Neyse ailecek karar almıştık o zaman, bi tane köpek menenjit olduğundan onu uyutmak zorunda kalmıştık ve hepimizin sinirleri çok bozulmuştu bu duruma, işte başka hayvan girmeyecek eve, sadece şu an evimizde olan kedimiz olacak, ötekilerin problemlerini olabildiğince dışarda halledicez falan…
Neyse işte otostoptan indik, bi sokağa girdik, ben başka sokaktan gidelim diyom ama kızlar illa bu sokaktan gitçez dediler, hadi ben de takip ettim… Bikaç çocuk bi tane kedinin başında bekliyo. Bizim Şura ve Bilge de gördüler kediyi ay yazık falan diyolar. Ben bakmıyom tabi, bakarsam ne olcak bilmiyom. Bizim kızlara diyom ki, kızlar bişi yapamayacaksınız, nasıl olsa almıcaksınız kediyi, o yüzden gidelim hadi… Benim için zor tabi bakmamak… Neyse tam kızlara bi daha seslenecektim, kafamı çevirmiştim ki, Kozi ile göz göze geldik…
Bi hayat anı aslında… Kozi bi deri bi kemik, küçük belki bi buçuk, belki iki aylık bi kedi, tüyleri birbirine yapışmış yağlanmaktan, kendini temizleyememiş çok belli. Sonra bi ayağı kırılmış nasılsa, galiba öyle kırık bi şekilde de kaynamış. Sonra gözlerinde iltihap var, gözlerde perde… Ama biz gene de göz göze geldik onla işte, o sırada gözlerimin içine bakarak “miyav” dedi… Yani bi film gibi annemlerle yaptığımız konuşmalar gözümün önünden geçti ama. ama o “miyav” sesine nasıl dayanırdım ki? O kadar pisti ki ellerimle tutamadım bile, bi torba aldım onun içine koydum, sonra bi kutu buldum falan. Kutuyla beraber eve giricem, kapıyı çaldım, babam elimde kutuyu gördüğü an kapıyı yüzüme kapattı ve içerden bana herhangi bi hayvanla eve giremeyeceğimi söyledi. Annem de yok evde, param da yok falan… Neyse annemi buldum, gösterdim, dayanmadı yüreği, para verdi bana, veterinere gönderdi, bi yer buluruz dedi. Götürdüm veterinere, gözlerini tedavi olabilceğini söyledi ama ayak için pek umut yoktu ne yazık ki. Bi de giderken kutunun içine kakasını yaptı ki, nasıl kokuyo, rezil oldum millete… Sonra eve geldim, kapının dışından babama Kozi’ye bakacak birini kesin bulacağıma dair sözler verdim ve eve girmeyi başardım Kozi’yle… Aslında Kozi’nin uzun adı Quasimodo… Kısaca Kozi oldu adı işte J. Elbette ben ona bi yer bulamadım, herkes kedim şöyle güzel olsun, böyle rengi olsun falan diyodu. Kozi’yi beğenen çıkmadı, oysa aslında o bi bengal kaplanı gibiydi, sağ tarafındaki izin aynısı sol tarafında da vardı, sol elindeki çizgi, sağ elinde de vardı, çok güzeldi oğluşum, kaplandı…
Koziyle... 
Neyse işte ne kadar şanssızdılar oysa ki Kozi’yi beğenmeyenler ve biz ne kadar şanslıydık aslında… Ne kadar sevgi doluydu Kozi, benim bugüne kadar gördüğüm bütün kedilerin hepsinin sevgisini topla o bile anlatmaya yetmezdi Kozi’nin sevgisini. Herkese karşı, kim gelse eve, topallaya topallaya gider herkesi ne kadar çok severdi, böyle kafasıyla vücuduyla severdi herkesi, hani bunu her kedi yapar dersiniz belki ama o size değince başka değerdi, bunu herkes de söylerdi, Kozi başka derdi herkes… Zaten babam sonra dedi ki, hani birini bulur gibi olmuştum Kozi’ye, vermem dedi, vermem Kozi’mi kimseye, zaten sonra Kozi babamın kedisi olmuştu (ta ki Kontes gelesiye kadar ama o başka hikaye tabi)… Kim gelirse gelsin onlarla uyurdu, hani yeni tanıştığı birileri olsa bile ona fark etmezdi… Genelde annemle uyurdu tabi, ama o kadar kocamandı ki, yatağın çoğunu kaplardı valla. Galiba çok aç kalmıştı, o yüzden çok yemek yiyodu, onu durdurmak zordu, herkesin yemeğine dalıyodu, yemekleri kaçırmak zorunda kalıyoduk, o yüzden de çok kilo almıştı aslında, belki on kilo vardı Kozi… En çok sevdiği şey de zeytindi. Kahvaltı sofrasını hazırlıyoz bi gün, zeytini koymuşuz, sonra mutfağa gitmişiz, tabi Kozi masanın üstünde yerini almış hemen, patisiyle bi tane zeytin çıkarmaya çalışıyo tabaktan, tabi ben mutfaktan çıkıyom görüyom, Kozi napıyosun diyom, “miyav” diyo bana sanki ne var ki, bi zeytin alıyoz, sevdiğimiz yiycek işte der gibi… Sonra bunu her tekrarladığında ben ona “Kozi, şişşştt” diye bağırıyodum o da bana miyav diyodu… Hatta bu oyunu hep oynuyoduk onla sonra da, şişşttt Kozi diyodum, zeytin olsa da olmasa da işin içinde, o ne yapıyoz be bakışlarını atıyodu bana, miyavvvv diyodu sonra… Kozi sevginin simgesiydi benim için hep, sonra yaşamanın, yani onca derdine rağmen ne güzelde sevgi dolu ve mutlu yaşıyodu, valla evimize geldikten sonra,  Kozi “sevgi” daha bi anlamlı hal aldı, sanki daha çok sevdik birbirimizi, sanki bize sevgiyi daha bi güzel öğretti, yaşattı Kozi… Sonra bi de burun ısırmayı çok seviyodu, böyle kucağınızda yatıyoken bir an hopp diye burnunuzu ısırabiliyodu ama tatlı ısırma J Bi de böyle penguen gibi otururdu iki ayağının üstünde, bi de ne ayağım kötü, ne şişmanım der her yere koşturur, oyunlar oynardı, oynardık yani… Bi yeğenlerimi kıskanırdı azcık, Toprak ve Ege’yi, hani o da annemle babamı kıskanıyodu sanki gibi, e tabi torun olunca… Annemler Fethiye’ye taşınmışlardı o zaman hem kendileri, hem kedilerimiz için, Kozi önce dışarı çıkamıyodu ama sonra bi alışmıştı, bi koşturuyodu kelebeklerin falan arkasından, galiba Kozi’yle ilgili en sevdiğim manzaralardan biri oldu bu… Canım sıkılmıştı bi keresinde bişeylere, ağlıyodum, gelmişti kucağıma, gözyaşlarımı öpmüştü, kafasını koymuştu yüzüme… Konuşuyodu hep, bişi diyodun muhakkak karşılık veriyodu, daha vermediğini görmemiştim, hem Türkçe hem başka diller de biliyodu yani, yabancı arkadaşlarımla da konuşuyodu hep, hani hiç duymamazlıktan gelmezdi Kozi, duymamazlıktan, görmemezlikten, sevmemezlikten gelmezdi işte…
Kozi’mle bi ilkbahar sabahı karşılaşmıştık işte… Hani dünya, olaylar beni onunla karşılaştırmıştı, bu randevu evren tarafından ayarlanmıştı sanki… Sonra ben işte geçen ay Güney Sudan’dan döndüğümde, annemle babamı görmeye gittim tabi ki Datça’ya. Babama haber ettim, otobüs terminalinde karşıladı, anneme de sürpriz yaptık… Eve girdim, gittim annemle sarıldık öpüştük, kafamı çevirdim, sevinçle Koziiiiiiii, oğlummmm şişşşştttt diye bağırdım, kimse miyav demedi… Sonra annemle babam ağlamaya başladı… Ben yokken Kozi’yi kaybetmişiz, hasta olmuş, gitmiş Kozi… Ben yokken gitmiş… Çok özledim Kozi’yi, çok özledim…

Bilge