6 Nisan 2012 Cuma

Adalet?


Hayatımda ilk kez çok süreliğine yurtdışına çıkçaktım ve de gurbette çalışcaktım. O yüzden heyecanlıydım. Hayatımın acı, çetrefilli, adaletsiz bir dönemini atlattıktan  sonra yeni bir dönem açıldı bana, Sınır Tanımayan Doktorlar örgütünde çalışmaya başladım. İşte o sebeple de Güney Sudan’a gitmem gerekiyodu. Gitmeden böyle bi sürü şeyi düşündüm, hani uzakta olmak, sevdiklerimi özlemek, hani gurbetteyken olabilcek herşeyleri düşündüm düşündüm, ya dönemezsem dedim. Hani böyle çocukken sevdiklerinize bişi olcağını düşünüp ağlarsınız, bana çok oluyodu böyle birden ağlıyodum falan, nerde olduğu fark etmez, okulda, pisikletin üstünde, evde… Çok ağladım… Ama gitmeye karar verdim… 

Babam kızdı biraz, hani Afganistan’a falan düşer belki tayinim diye ama sonra o da kararımdan dönmeyeceğimi anlayınca olası  tehlikelerle ilgili dalga geçmeye başladık. Sonra işte gitçem diye  parti yaptık istanbuldaki ailemle, çok insan geldi… Ne mutlu oldum, heralde hayatımın en güzel günüydü… Ne çok seviyom, ne kadar çok seviliyom, ne kadar çok insanın hayatında iz bırakmışım, ne kadar çok insan hayatımda iz bırakmış… Hani bunu biliyodum ama işte insan böyle bi gün yaşayınca bi başka oluyo işte… Hani başıma adaletsiz şeyler gelince demiştim  ki kendi kendime  boşver, adalet yerini bulur, su yönünü bulur… Bulmuş ki çoktan aslında, ne kadar güzel insanları sevmek, sevilmek bana nasip olmuş, işte adalet bu dedim içimden, herkese  nasip olmaz dedim! Sonraki günler su gibi aktı geçti zaten… 

Kampımız...
Güney Sudan’ın Yambio kazasına geleli bir hafta olmuş. Bu bir hafta sanki bir ömür gibi geçti… Etiyopya üzerinden  önce  Juba’ya vardım. Juba Güney Sudan’ın başkenti. Hani Juba Havaalanı bildiğimiz havaalanlarından biraz farklı. Uçaktan inince terminale yürüyerek gidiyosunuz, sonra işte çantalarınızı bi arabayla getirip atıyolar terminale, ordan çantanı seçiyon, ama hava öyle sıcak ki anlatamam… Neyse enteresan havaalanı maceramdan sonra ofisimize vardım. Orda bir gün geçirdikten sonra Yambio’ya doğru yola çıktım, hem de pır pır uçakla, yani pervaneli, hem de ilk kez binmiştim, bi de o koca uçaklar gibi sevimsiz değil, daha samimi… Azcık uyumuşum, gözlerimi bi açtım ki aşağıda dünyanın en güzel ormanları, en güzel manzarası, onlarca metre yüksekliğinde ağaçlar, biraz sonra ağaçların  turuncu topraklı yollarla aralandığını gördüm… İşte sonra Yambio’ya gelmişiz. Gelmeden burayla ilgili araştırma yapmaya çalıştım ama çok da bir fotoğrafa, bilgiye rastlamamıştım ve de asla bu kadar güzel bi doğa olacağını düşünmemiştim, daha bi kurak bekliyodum. Deniz olmaması biraz ürkütmedi değil, hani otuzüç yıllık hayatımda ilk kez denizden uzak bi yerde uzun  kalcaktım falan. Neyse işte arabaya bindik, o turuncu  topraklı yolların  üzerinden, ağaçların arasından, güzel insanların  yanından  geçerek kampa vardık. 

O gördüğüm ağaçlar da mango ağaçları, palmiye ve adını bilmediğim daha bi sürü ağaç, ama çok kocamanlar inanamazsınız, böyle sanki gökyüzüne deyiyolar, sarılmak isteseniz gövdesine iki kolunuzun uzunluğu gövdenin onda birini heralde kaplar. Çocuklar mango ağaçlarının tepesinde hep, mango mevsimi şimdi Yambio’da. Bi de çubuk var tabi, bambu çubuklar… Upuzun, olan bambuları onlarla düşürmeye çalışan  insanlar var… Bizim kampta da hem o çubuk hem  mango ağacı var. Birisi bi mango düşürdü  mü, kahkahayı görün, tabi düşüremeyince de bi gülünüyo… Havası da çok güzel, böyle İstanbul’un temmuzu, ağustosu  gibi, öğleyin bi sıcak bastırıyo ki bunalmayan olmuyo heralde.  Rengarenk kelebekler var, bi de enteresan örümcekler, böcekler, yılan da varmış bol bol, daha görmedim, ama bizim kampta bi tanesi derisini bırakmış kampın deposuna, geldiğimden beri sanki belgeselde gibi hissediyom kendimi… 

Azande dilinde yazdığım ilk şey :)
Bi gün yürüyüşe çıkmıştık dört arkadaş… böyle yolda gördüğümüz çocuklu büyüklü herkes bize meraba diyodu güler yüzle, sevecen  gözlerle… O gözleri hiç unutmicam… Küçücük kulübelerde yaşıyo insanlar, çatıları böyle saçaklı kulübeler. İki dil konuşuluyo, belki de daha fazladır ama benim bildiğim işte bi Arapça, bi de Azandece. Biraz  Azande öğrenmeye çalışıyom, hani teşekkür ediyom, hoşça kal diyom bi hoşlarına gidiyo insanların, kahkahayı basıyolar. Biraz sanki Kongo müziğinin de etkisinde olan bir müzikleri var, Azande müziği. Burada birkaç kabileden  insanlar  yaşıyo, Azande ve Denkalar benim bildiğim. Küçükken  burnumu  karıştırınca babam  diyodu  ki “ne o? Maden arama çalışmaları mı yapıyon?”,  valla şimdi burnumdan çıkanları görse babam  ne der acaba, burnum  Yambio’nun turuncu rengini alıyo,  evet  hala burnumu  karıştırıyom Yakında yağmur başlıcakmış burda, bi kere yağmur yağdı geldiğimden beri,  aslında burda yağmurların çoktan başlaması lazımmış ama ben diyorum ki iklim değişikliği! Bizim o yaktığımız fazla enerjilerin bedelini burda ödemeye başlamışlar bile insanlar ama onların evinde elektrik yok ki… 

Güney Sudan yeni bir ülke, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyo. Hem savaştan çıktı, hem de Yambio geçtiğimiz senelerde Uganda’da kurulmuş bir asi grubun istilasına falan da uğramış, baya acı çekmişler… Savaştan sonra toplanmaya çalışıyo şimdi burası. O yüzden ve başka bi sürü sebepten  burdaki  her şey geldiğim yerden farklı. 

Burası da bizim kamp...
Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü olarak Yambio hastanesinde çalışıyoz. Yeni kurulan bi ülke olduğu için hastanede desteğe ihtiyaç var her konuda, özellikle Yambio doğum sırasında ölümlerin çok yaşandığı bir bölge, ayrıca belli dönemlerde salgın hastalıkların pençesine de düşüyolar insanlar… bi de ne yazık ki bazen yeterli beslenemeyen  çocuklar geliyo… Bizim doktorlar da onları tedavi ediyolar. Ben hastanede lojistikten sorumluyum, yani bir nevi getir götür işleri diyelim, işte su deposundan hastaneye su gidiyo mu, jeneratör çalışıyo mu… çünkü  şehir elektiriği yok burda yani evlerde falan yok elektrik, bizim  hastanede var işte, ne biliyim hastaların  içme suyu var mı, işte su ısıtıcı bozulmuş ne yapcaz  falan filan Hastane deyince aklınıza hani sizin ordaki bir tıp merkezi ya da hastane gelmesin. Ayakta tedavi merkezimiz iki çadırdan oluşuyo. Çocuklara ve annelere de iki ayrı binada bakılıyo, yataklar yanyana, aslında nerdeyse dipdibe,  hastaneye giden yollar da o turuncu  topraktan, içersi de beton  hani oyle seramik falan… işte ne biliyim parke, marley falan oyle lüks bişi diil… Bahçesinde keçiler geziyo. Önce bi şok oldum, bi gözlerim doldu ama ağlayamadım… 

Geldiğimin ikinci günü, hastaneyi gezerken, işlerimi anlamaya çalışırken bi kadın böyle gözlerimin içine baktı, sonra merdivenlerden indi, sonra kanaması başladı ama nasıl kanama. Doktorlara koştum, hemen geldiler. O kadar üzüldüm ki o gün, kesin ölcek dedim. Kampa geri dönmüştüm, doktorlar daha çıkamamıştı hastaneden. Sonra yorgun argın geldiler. Sormaya korktum, sonra sordum, yaşıyo mu dedim… Hem bebişi hem de kendisi yaşıyomuş… Çok  sevindim. Ama geçen gün çocuk bölümüne bir çocuk gelmişti, kolları ipince, insan dayanamıyor, kendi kollarımdan, kendimden, varlığımdan utandım… Dün birisi üçüz doğurdu, herkes çok heycanlandı, hepimiz görmeye gittik valla… Burdaki Sınır Tanımayan  Doktorlar ekibi de çok inanılmaz bir ekip, onca hastaya kısıtlı olanaklar içinde en iyi hizmeti veriyolar, böyle ellerinden öpesim geliyo bazen. Geçen gün bir Yambiolu geldi yanıma hastanede teşekkür etti burda olduğumuz için, yardım ettiğimiz için… 

Hani böyle hem güzel anların olduğu, ama hem de bi yandan bu durum  nedir dediğim anlar oluyo… Adaletin bu mu dünya, diyom... Bazen  çok zor geliyo burda olanlar.. Hep karşılaştırma yapıyo insan, sonra diyom ki kendi kendime  karşılaştırma. Hani zor işte, kolay demek istiyom ama zor burda haller durumlar… Hasta yakınları yemeklerini zor koşullarda pişiriyor falan, bazen çocuklar ağlıyo, bazen analar ağlıyo…  

Ölçü falan alabilmek için metre istemiştim ofisten, bugün onu verdiler, o metre bugün bizim eylencemiz oldu. Herşeyi ölçtük, biçtik, ölçmemize gerek olmayanları bile. Hastanenin çöpünden sorumlu arkadaşlar metre olunca kırık kapılarını ölçüp yeni kapı yaptılar falan, işte herşeyi ölçtük, ölçerken güldük, hani bi metre eylencesi olur mu insanın… biz ondan çok eylendik bugün hastane lojistik ekibi olarak…

Neyse işte bunu düşünüyom sonra, hani belki daha güzel hastanelerimiz var orda, belki başka olanaklarımız var hani geldiğim yerde, Avrupa'da falan ama  hani gözleri bu kadar gülen, mutlu olan, ne biliyim elindekilerin değerini bilen insanlar olmak, elinde olanla mutlu olan insanlar olmak, bu durum buralarda daha fazla gibi geliyo bana. Hani bizim bazıları orda siyah birini görünce belki gözünü dikiyo, ne biliyim hor görüyo, ne biliyim orda, istanbulda yaşayan bi sürü siyah var ama belki farkında bile olmayanlar var…  Burda siyahlar yaşıyo, ben beyazım, ve herkes bana sevgiyle “how are you” diyo… İşte ne biliyim bi yandan adaletin bu mu dünya diye düşünürken, aslında belki de adalet hala burdaki insanlar gibi olabilmektir diye düşünüyom… Yani adalet belki de kalebodurlu hastane değil, para değil, olanak değil, o gülen gözlerle meraba diyebilmek, bi metreden  mutlu olabilmektir diye düşünüyom…

Herkese Yambio’dan sevgiler… 
Tambuahe (Teşekkürler) 

11 yorum:

  1. bilgecigim soluksuz okudum :) cok sevgiler - bence bu yaziyi okuyan herkes benim gibi seninle gurur duyacak - kendine ve orada yardima muhtac herkese iyi bak arkadasim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hangi erhansın sen bakayım?

      Sil
    2. ben anaokullari yuzyuze sorumlusu enes canim :)

      Sil
    3. iyi dileklerin için sağol erhan. fakat bi yandan hani o ilk paragrafta anlattığım adaletsiz durumlarda senin de payın var, en azından ben öyle düşünüyorum. buraya yorum yapmanıysa anlayamadım, çünkü sen de farkındasın aslında artık anaokulları yuzyuze sorumlusu enes hikayelerinin mazide kaldığının... neyse bunları konuşmanın yeri burası değil. umarım değişirsin ve hayat senin için güzel olur erhan...

      Sil
  2. İnsanın neler yapabilecegini görüyor insan özverini düşününce. Kendine herkese dikkat et.Arkandayız...

    YanıtlaSil
  3. negüzel yazmışsın bilge:) lütfen devam et ...

    YanıtlaSil
  4. ağladım okurken yine! seni çok seviyorum!

    YanıtlaSil
  5. Sevgili Bilge, Suna Güler ben. Öykü, araştırma, makale yazarı. Şu sıralarda da bir roman üzerinde çalışıyorum. Zamanım çok kıt yani. Annenin önermesiyle sitene girdim. İnan bana eleştirilerimde çok acımasızım. zaman katili yazılar hiç katlanamıyorum. Öyleyken, ilk iki metnini soluksuz okudum. Çok duyarlı, içtenliklisin ve o duyguyu yazılarına geçirmekte ustasın. Derim ki, eğer fırsat bulursan yazı işliklerine biraz zaman ayır. dilbilgisi ve yazım kuralları konusunda bazı eksiklerin var, onları düzelt. Sonra da bu yazıları kitaplaştırmaya çalış. YA DA BIRAK BÖYLE KALSIN. Belki de bu kural tanımazlığınla özelsin.
    kutluyor ve yüreğinden öpüyorum.
    Suna Güler

    YanıtlaSil
  6. yorumumda bir eksiği tamamlamak istedim: İki metinden fazlasını okumayışım,yeterli bulduğumdan değil. Senin yazıların ara vermeden ardışık okunamayacak kadar yoğun duygular içeriyor. ilk fırsatta diğerlerini de okuyacağım.
    tekrar yüreğinden öpüyorum
    suna güler

    YanıtlaSil
  7. gördüğün gibi hala çıkamatdım blogundan. "Adalet" adındaki metni de okudum. Yakıların seninle ne kadar gurur duysa azdır. Ama lütfen bu metinler burada kalmasın. BİR ŞEY YAP.
    sevgilerimle

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. selamlar çok teşekkür ederim tüm yorumlarınız icin... bayadır yazmıyordum, hatta bloguma girmedigimden yorumunuzu da simdi gordum... aslında yambiodan döndükten sonra bir dönüs yazısı yazmak istiyodum ama hala bi vaktim olmadi. simdi yani yakında yazacagim. cok sagolun yorumlariniz icin... ya utandım simdi ne desem bilemedim. bi de konusur gibi yazmayi seviyorum, yani oyle yazmak hosuma gidiyo, ondna yani :) sevgiler

      Sil