Yambio'nun çocuklarıyla, aynı gökyüzünün altında... |
Ben küçükkenden beri
şarkı söylüyom… Ufakken daha, altı yaşındayken, yani aslında bundan tam
yirmi altı yıl önce falan annem bir arkadaşından bir kaset çalar ödünç almıştı…
İlk kasetimiz de, Zülfü Livaneli’nin bir kasetiydi. O kaseti arkalı önlü
ezberlemiştim. “Kapıları Çalan Benim” şarkısını en güzel söylüyodum… Küçüktüm,
anlamıyodum ama o şarkıyla yakın
hissediyodum kendimi… Babam, annem komünistti, hep komünistlerle buluşuyoduk,
görüşüyoduk… Sonra babam diyodu hadi söyle şarkıyı, böyle geçiyodum herkesin
karşısına “Kapıları çalan benim” diye başlıyodum… Bi keresinde Bornova’da
buğday tarlalarının oraya pikniğe gitmiştik, o zaman Bornova’da buğday
tarlaları vardı… O buğdayların önüne geçip söylemiştim şarkımı, “çocuklar
öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler”… O zaman aslında ne atom bombasını
biliyodum, ne çocukların nasıl kağıt gibi yanabileceğini, annemler anlatıyodu
aslında ama çocuk aklı, öyle atom bombası falan hayal edemiyosun...
Nerden nereye, sonra müzikoloji okudum üniversitede, mezun oldum, serde
aktivistlik olunca o eylem senin bu eylem benim derken, sınavlara falan da
gitmeyince okul da uzayıverdi. Sonra
mezun oldum işte altı yılda, aslında babam desteklemişti beni hep, müzik
dersleri aldırmıştı ama mezun olunca babam hem şakayla karışık hem ciddi
demişti ki “sanki mühendis mi, doktor mu oldun” demişti… O zaman
biraz üzülmüştüm, aslında belki de baya bi üzülmüştüm…
Catherina ve ben |
Yambio’ya gittim…
Orası ayrı bi dünya, ayrı bi hayat, ayrı bi deneyim oldu benim için… Hani hem
zorluklar gördüm ama bi yandan o kadar güzel şeyler yaşadım ki… Aynı dili konuşamasan
da birbirini ne kadar sevebileceğini gördüm… Bi temizlikçi ablam vardı,
Catherina, yani benimle birlikte hastaneyi temizlemek için çalışan bi sürü
temizlikçi vardı aslında ama işte Catherina’nın yeri ayrıydı gönlümde… Hiç
konuşamıyoduk ama gözlerle, hareketlerle falan anlaşıyoduk işte… Böyle annem yaşında,
annem gibi, annem gibi bakıyo aslında, annem mavi o kahverengi bakıyo işte, ama
ikisi de aynı aslında… Ben dönerken Yambio’dan ikimiz de ağladık çok… Çok
özledim Catherina’yı, aslında herkesi çok özledim, aynı dili konuşamadığım ama
anlaşabildiğim tüm güzel insanlarımı çok özledim… En sevdiğim ağacımı buldum
Yambio’da, gökyüzüne uzanan, kocaman gövdeli, belki de neler görmüş neler
geçirmiş en güzel ağacımı buldum ben orda… Böyle ilk gördüğüm zamanlar hayal
gibi geliyodu o ağaç bana, zaten genel olarak Afrika’nın doğası hayal gibiydi…
Bazen gerçek olduğuna inanmak istedim ama gökyüzüne uzanan o kocaman gövde
gerçek olamazdı sanki… Dans etmek bile başkaydı orda… Dans ederken hep
sevdiklerimi düşünüyodum, hep onlarla dans ediyodum aslında, gökyüzüne
değiyodum sanki dans ederken… Sonra özlem başkaydı, böyle ailemle konuşurken
falan gözyaşlarımı tutamadığım oluyodu bazen, teyzemle konuşurken hiç şansım
yok çok ağlıyoduk karşılıklı, gurbet işte… İnsanların tüketmeden ne güzel de
doğayla uyumla yaşadıklarını gördüm orda… Mümkündü tüketmeden yaşamak, ben de
basit yaşadım orda aslında… Hatta kendi
üretimimi yaptım ilk kez, roka, kişniş, domates, kabak bir sürü şey ektim
biçtim, o rokaların kafasını topraktan çıkardıklarını gördüğümde gözlerime
inanamadım, çok sevindim, iki günde güzelliklerini göstermişlerdi… Çocukların doğanın
içinde hayatın yolunu bulduğu bi yerde olmanın güzelliğini orda gördüm ilk…
Nasıl da mutlu oldukla
rını, mutlu koştuklarını gördüm, karşılıksız sevgilerini tattım çocukların… Çocuklar hayatım oldu aslında orda, çok sevdim çocukları… O saflıklarını belki de ilk kez orda keşfettim aslında… Sonra ordaki herkes güzel yaşasın diye uğraşan onca arkadaşımı tanıdım, yani gecesini gündüzüne katıp çalışan bütün Sınır Tanımayan doktorlar ekibi işte… Orada, yani Yambio'da anladım ki, aynı gökyüzünün altında yaşıyoz hepimiz… Hep Yambio’dan bi dönüş yazısı yazmak istemiştim ama elim varmadıydı bi türlü yazmaya… Çok özledim işte, çatısı ottan kulübemi, orda gördüğüm bütün enteresan canlıları, ağaçları, insanları… Çocuklarını özledim, ağaçların arasından koşturup üstüme atlamalarını özledim, hep gülsünler istedim… Orda dua etmeyi öğrendim… Kime, neye dua ettiğimi hiç bilemedim ama hergün Yambio’lu çocukların, dünyadaki çocukların iyi olması, güzel bi dünyada yaşamaları, yaşamak için dua ettim…
rını, mutlu koştuklarını gördüm, karşılıksız sevgilerini tattım çocukların… Çocuklar hayatım oldu aslında orda, çok sevdim çocukları… O saflıklarını belki de ilk kez orda keşfettim aslında… Sonra ordaki herkes güzel yaşasın diye uğraşan onca arkadaşımı tanıdım, yani gecesini gündüzüne katıp çalışan bütün Sınır Tanımayan doktorlar ekibi işte… Orada, yani Yambio'da anladım ki, aynı gökyüzünün altında yaşıyoz hepimiz… Hep Yambio’dan bi dönüş yazısı yazmak istemiştim ama elim varmadıydı bi türlü yazmaya… Çok özledim işte, çatısı ottan kulübemi, orda gördüğüm bütün enteresan canlıları, ağaçları, insanları… Çocuklarını özledim, ağaçların arasından koşturup üstüme atlamalarını özledim, hep gülsünler istedim… Orda dua etmeyi öğrendim… Kime, neye dua ettiğimi hiç bilemedim ama hergün Yambio’lu çocukların, dünyadaki çocukların iyi olması, güzel bi dünyada yaşamaları, yaşamak için dua ettim…
Muratla beraber... |
Babam, canım babam,
Kilis’te kağıt gibi yanmış çocuklar gördüm, şekerler boğazlarında kalmış acıdan baba… Baba
aynı gökyüzünün, aynı güneşin, aynı ayın çocuklarıyız ama, kiminin kısmetine
bombalar, kiminin kısmetine başka şeyler düşüyo… Anlamıyom baba, şimdi de Suriyeli
çocuklar için dua ediyom, artık dursun savaş diye, çocuklar bomba sesleriyle yaşamasınlar diye… Babam, mühendis, doktor olmadım…
Ama işte Sınır Tanımayan Doktorlara katıldım, sen bana o şarkıları dinletmişken,
söyletmişken nasıl sadece mühendis olcaktım ki zaten… Bugün de Antakya'dayım babam, Hayata Destek Derneği ile... Onu da sonra anlatırım...
Sevgiler
bilge
En sevdiğim ağaç |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder