20 Nisan 2014 Pazar

Yine de "Hayat" verilen en güzel hediye...

Yazmadım, yazamadım, insan bazen duyguları yokmuş gibi oluyo bazı bulunduğu ortamlarda, zamanlarda... Bi sene gecikmeli, arkaya atılmış, yokmuş gibi davrandığım bazı duyguların yazısıdır bu...

Hayata Destek Derneği’nin güzel insanlarına...

En son Kilis’ten bahsetmişim mavi-bilge’de... Kilis’te gördüklerime dayanamamış, aslında kaçmıştım oralardan, İstanbul’a... Kafayı yemiş gibi, hiçbişeye anlam veremeyen bi haldeydim... Hiçbişi olmamış gibi yapmak istedim, savaş yokmuş gibi, orada yerinden yurdundan edilmiş insanlar yokmuş gibi, çocuklara aslında hiçbişi olmamış, o gördüklerimin hepsi aslında bi kabusmuş gibi yapmak istedim, kaçtım ordan... Aynı gökyüzünün altındaydık, aynı güneşin, aynı ayın... Kaçamadım, insan bi kere görünce dayanamıyo galiba, tekrar gitmek istedim oralara. Orda kötü şeyler oluyoken, insanların yardıma ihtiyacı varken, benim İstanbul’da ne işim vardı?

O sıralar yolum Hayata Destek Derneği ile kesişti... Beni Hatay’a çağırdılar. Derneği çok tanımıyom, insanları tanımıyom, neler yapıyolar bilmiyom... Ama niyeyse ilk konuştuğum kişiye öyle bi güven geldi, gittim Hatay’a. Bi evin salonu ofis haline getirilmiş, evin odalarında insanlar kalıyolar. Bi oda da bana düştü, ofise uzaklığım toplam iki metreydi... Önce bi şaşırdım, böyle olur mu ya dedim, napıyom burda ben,  ama dedim bikaç gün ver, öyle hemen karar verme... Allahtan Hatay’ın evleri büyük. Kocaman bi salonumuz vardı, tüm herkes o salonda toplaşıp, orada çalışıyodu, o salonda yirmi, otuz kişi eğitim almışlığımız bile var. Projeler yazılmış, fonların onaylanmasını bekler haldeydik  o sırada. Fonlar beklenirken de yardım edebileceğimiz kişileri bulmaya çalışıyodu bütün herkes... Ben de birden ekibin parçası olmuştum, o ilk baş yaşadığım ben ne yapıyom duygusu kendini çoktan, tanrım küçük dernek olmak ne güzel, olanaksızlıkları güzelliklere dönüştürmek ne iyi diye düşüncelerine bırakmıştı, derneğin kapısından giren diğer herkes gibi...

Savaştan kaçan Suriyelilerin bir kısmı kamplarda, büyük bir kısmı ise kamp dışında kalıyolar... Biz kamp dışında, ihtiyaç sahibi Suriyelilere yardım etmeye çalışıyoz. Projelerimizden biri, ihtiyaç sahiplerine düzenli olarak gıda ve hijyen yardımı yaptığımız “kupon” projesi, insanlara marketlerden alışveriş edebilecekleri kuponlar veriyoruz, düzenli olarak da o kuponlara yükleme yapıyoz. İnsanlar da temel ihtiyaçlarını bu kuponlarla alabiliyolar. Böylece bazı aileleri, en azından bu derdi düşünmükten kurtarıyoz.

22 Nisandı... Kupon dağıtımı yapıyoduk. Bi teyze geldi. Kimliğini sorduk. Kimliğini sorunca, ağlamaya başladı... Arapça konuşan arkadaşlar sordular, ne oldu teyzem, niye ağlıyosun diye... Gel, otur dedik, anlat dedik... Evine bomba düşmüş teyzenin, evi yanmış, kimliği yanmış, kimliğim yok ki diyo... Hem kimliğine, hem yaşadıklarına, hem de kuponu alamayacağından korkusuna ağlıyodu... Dayanamadım, kaçtım ben, gittim tuvalete, ağladım ağladım... 1995 yılında bizim evimizi sel basmıştı... İzmir’de, bayraklı’da oturuyoduk... O gece o kadar çok gürlüyodu ki gök, evin pencereleri sallanıyodu... Kedimiz Cino çok huzursuzdu, evin perdelerini falan açmaya çalışıyodu, sanki bizi uyarmak istermiş gibi. Ben biraz korktum, annemle yattım... Sonra gecenin bi yarısı, pat diye pencere patlamış, annemle yattığım odaya sular dolmaya başlamıştı... Evde yavru kediler vardı, o zaman bir sürü kedimiz vardı, annem ve ben hemen yavru kedileri kurtarmıştık ve onlarla beraber bi yukarı kata çıkmaya çalıştık. Kediler dışında başka bişi aklımıza gelmedi. Sonra evin içine sular doldu, yükseldi, sonra çekildi, geriye balçığa bürünmüş mobilyalar kaldı... O an insanın aklına gelmiyo, eşyalarımız gitti, kimliğimiz gitti, en kötüsü de fotoğraflarımız gitti... Geçmişimiz silindi sanki... En çok fotoğraflara üzüldük... Benim küçüklüğümden nerdeyse hiç fotorafım kalmadı... O an, teyzemin kimliğinin kaybolmasına akan gözyaşlarında, kendi geçmişimin, kimliğimin, fotoğraflarımın kaybolmasını görmüştüm... Sonra biz yeni bi ev tuttuk, bikaç eşya aldık, evimiz bahçesizdi, kedileri getiremedik, ama kendi memleketimizdeydik, aynı dili konuşuyoduk, kimliğimizi de çıkarttık...

Antakya’da Nisan, Mayıs aylarında deli yağmurlar yağar, gök gürültüleri çok kuvvetlidir, yerinizden oynatır bazen... Geceleri gök gürleyince hala çok korkuyom... Kilis’te geceleri bomba seslerine uyanırdım, Antakya’da da gök gürleyince bazen bomba düştü sanıyodum, çocukluğumdan kalma sel anılarıyla karışık korkular yaşıyodum...

Bizimle beraber çalışan birçok Suriyeli arkadaşımız var. Hepsi de zor durumlardan, zor koşullardan çıkıp gelmişler. Onlardan bi tanesi, kedisini, ailesini almış da gelmiş... Kedileri çok sevsem de, bana bile garip gelmişti, sordum ona... Savaş halinde nerden geldi aklına kediyi almak, zor olmadı mı getirmek? Demişti ki, canımın parçasını nasıl bırakayım geride, bombaların altında... Aklıma bizim kedilerin o sel anında nasıl da korktuğu gelmişti, gözümün önüne gelmişti.

çocuklardan biriyle dağıtım sırasında /23 Nisan 2013 
23 Nisandı... İlkokuldayken bandodaydım ben. Bandoda şef olmuştum... Bi 23 nisanda geçit yapıyoz... Müdür bana anlattı nasıl selam verilceğini falan, kaymakama varmadan bi tane işaret var, ona gelince sopayı omza, sonra bi işaret daha var, onu görünce kaymakamı selamlamak için sopayı kaymakama doğru doğrultçaksın falan... Müdüre soruyom, niye kaymakama selam veriyoz, niye böyle bişi yapıyoz anlamıyom... Neyse toplandık hepimiz sabahın köründe, geçit yapıcaz da kaymakama selam vericez diye... Yorulduk hepimiz, ben bilerekten, sivil itaatsizlik olsun diye müdür ne dediyse tersini yaptım kaymakama selam verirken, önce doğrulttum sopayı, sonra kaymakama selam verilceğinde omzuma aldım, sonraki işarette gene doğrulttum, müdür ne dediyse tersini yaptım... Sabahtan beri millet orda,  trampetler, davullar omuzlarında bekliyolar, ilkokul çocuklarıyız hepimiz işte, bizim müdür benim önümden yürüyo, yürümeye  devam ediyo... Bando saçmalamaya başladı ritimlerde, ben de gittim dedim müdüre, durduralım mı, çocuklar yoruldu dedim. Kızdı bana müdür, zaten selamı da yanlış verdim ya, ona göre yanlış bana göre sivil itaatsiz selam... Ben de tamam durmayalım dedim,  ben de birinci tempoya geçirdim bandoyu, en kolay olanına, yorulmayacakları şekilde yani, bi daha da tempoyu hiç değiştirmedim... Neyse işte 23 Nisandı, geçen sene, biz yine kupon dağıtıyoduk. Dağıtım yapçağımız yere giderken, bi sürü çocuk gördüm yolda, bando ekibi falan gördüm, anılarım canlandı... Sonra dağıtım yapçağımız yere vardık, insanlar yavaş yavaş gelmeye başladı... Kadınlar, erkekler, çocuklar... Bizimkiler 23 Nisan’da kıyafetlerini giymişler, çocukların bayramını kutlamaya gidiyolardı... Suriyeli çocuklar ise yardım kuyruğunda bekliyolardı anneleriyle, babalarıyla... Geçen sene savaş başlayalı iki yıl olmuştu, bu yıl üç yıl oldu... Bizim çocuklar, 23 Nisan’da güzel kıyafetlerini giyip, bayram kutlarken, Suriyeli çocuklar okula bile gidemiyolar...

İşte ben tüm bu zor düşüncelerin arasında gidip gelirken dışarı çıkmıştım, kaldırıma tünemiştim. Gözümün önünden geçmişti yıllarım... Annem spor ayakkabı almıştı bana, ama  o zaman çok hızlı büyüdüğüm için parmaklarım uzamıştı ve baş parmağımın olduğu yer delinmişti, ama bi daha ayakkabı alamadığımız için o başparmağı delik ayakkabımla giderdim okula... O zaman zor gelirdi, utanırdım, aslında yeniyken fiyakalıydı ama işte baş parmak delince karizma kırılmıştı... Şimdi olsa aynısı, ne güzel  olmuş tüketmemişim derdim, şimdi yalın ayak bile giderdim her yere ama işte o zaman çocukken başka oluyo herşey... İşte o zamanlar kabus gibi bi rüya görürdüm... Okula gitmişim, ama ayakkabım yok, yalın ayağım... Böyle okulun bahçesinin ortasında ben varım, ayaktayım, ayaklarım yalın, ne yapçam ben diyorum ayakkabısız, herşey etrafımda dönüyo... Sonra böyle telaşla uyanıyom, hala görüyom bu rüyayı, senede bikaç kez görüyom... Düşünüyodum o sırada, ben diyodum bi ayakkabısızlıktan bu kadar etkilenirken, bu çocuklar bu zorlukların içinde ne oluyolar acaba... İşte tüm bütün bunları düşünürken, kaldırımda bi yanıma bi köpek geldi oturdu, bi yanıma bi suriyeli çocuk oturdu, sırtını dayadı bana, hissetti sanki... O an heralde o günün en güzel anıydı...

Hayata Destek Derneği olarak biz,  insanlara gıda ve hijyen yardımında bulunuyoz. Hem de bazen kışlık yardımı yapıyoz. Bir de çeşitli eğitimler, psikolojik destek verdiğmiz toplum merkezlerimiz var. Çocuklar geliyo merkezlere, herkes geliyo. İngilizce, bilgisayar, kuaförlük gibi dersler veriliyo merkezlerimizde, yine çocuklar için özel programlar oluyo. Çocuklar öyle seviyo ki bizimkileri, bıraksan geceleri de toplum merkezinde uyucaklar. Yine beslenme ile ilgili projemiz var, anne/çocuk beslenmesiyle ilgili eğitim çalışmaları yapıyoz, ayrıca hem savaş sırasında, hem günlük hayatta olabilecek risklerle eğitim verdiğimiz projemiz de var. Bazen engellilerin ihtiyaçları için çalışıyoruz, bazen okul kıyefeti dağıtıyoz, ihtiyaca göre elimizden gelen herşeyi yapmaya çalışıyoz. 
Battaniye dağıtımı sırasında
Bazen sorunlu durumları olan kişilere de yardım etmeye çalışıyoz. Dernekteki herkes, hep nasıl daha fazla yardım ederiz diye düşünüyo aslında hem derneğin imkanlarıyla, hem kendi, hem etrafındakilerin imkanlarıyla. Geçen gün bir faydalanıcının (yardım ettiğimiz kişilere faydalanıcı diyoz) evini ziyaret ettiklerinde,  evde beş kardeşine bakan genç bir kızın doğum günü olduğunu öğrenince,  bütün ekip küçük hediyeler almışlar ortaklaşa. Sabah karşılaştık, elde birsürü torbalar, dedim ooo alışveriş mi yaptınız, sonra hikayeyi anlattılar, sonra heycanla ofisten çıkıp gittiler...  Herkes kenetleniyo işte, lojistikçisinden çevirmenine, şoförden projecisine, temizlik görevlisinden finansçısına kadar herkes...

Dağıtımlarımız genelde hafta sonu oluyo.  Gündüz gece, hafta içi hafta sonu demeden herkes çeşitli sorumluluklar alıyo. Kimi sırayı takip ediyo, kimi kişilere programı anlatıyo, kimi gidiyo yemek getiriyo... Bi şoför amcam var... Şeker hastalığı var, bu nedenle rahatsızlanmıştı. Hastaneden çıktıktan sonra koşa koşa işe geldi. Bizim de dağıtım var, o da geldi... Onu görmeliydiniz o gün, yeni kayıt masasında görev yapıyodu, etrafında onlarca insan, tek tek hepsine isimlerini adreslerini soruyodu ve yazıyodu... Sonra gerçi ben azarı yedim proje yöneticisinden, şekerli adamı niye böyle yorucu işe veriyosun diye...

Bi de yine bu kupon projesinde çalışan bi abimiz var Hataylı, hem de muhteşem bi abi. Hatay’da neye ihtiyacınız varsa ona gitçeksiniz. Elinden geleni yapar... Meyve mevsiminde ofise meyveler getirir. İnanılmaz bi insan. Onu gördükçe hepimiz ilham alıyoz. Dağıtım sırasında, proje yöneticisi arkadaşımla onu izliyoz. Aynı anda insanların kimliklerini kontrol ediyo, güzel güzel sabırla anlatıyo, sonra telefonu çalıyo, bi faydalanıcı arıyo, marketten alışverişle ilgili bişi soruyo, sabırla cevaplıyo, o sırada kibarca ötekine sen bekle diyo. Sonra bekleyenin işini hallederken, gene telefonu çalıyo, gene sabırla cevap veriyo, sürekli koşuyo... Faydalanıcıların hikayelerini duyunca bazen yüreği dayanmıyo, gözlerinden yaşlar süzülüyo... Karış karış biliyo çalıştığı yerleri, beraber çalıştığı aileleri...

Bi gün fon veren bi kurumla aile ziyaretine gitmiştik. Bi bölgede insanlar, kulubenin içinde yaşıyolardı sekiz kişi. Su yok, elektrik yok. İnsan hüzünleniyo, tutamıyo kendini, böyle başımızı eğmiş yürürken, karşıdan gülerek bi ablam geliyodu... Yanımdaki Suriyeli arkadaşa, beni tanıdın mı diye sordu, hatırlayamadı ama hatırladım dedi... Sonra ablam dedi ki bana kupon vermiştiniz, sağolun... Hadi gelin bi kahvemi için, künefe de yaptım yirsiniz. Gittik ablamın evine, kahvemizi içtik, sohbetimizi ettik.

Ben işte o Hatay’daki ilk eve geldiğimde iki kız vardı(hala varlar), hani salonlu ofise ilk gittiğimde, gerçi şimdi normal ofisimiz var bu arada... Neyse iki kız var bizim çalışanlardan... Sürekli hastaneye gidiyolardı. Ben de lojistikçiyim ya, benden sürekli araba istiyolar. Neyse sonra sordum hikayeyi, kızlar nereye gidiyonuz dedim sabahın körlerinde uyanıp uyanıp... Onlar da sorunlu hamilelik yaşayan bir Suriyeliye yardım etmeye çalışıyoz demişlerdi. Ben de içimden deli bunlar diye düşünmüştüm, hergün gidiyolar bi kişi için... Bazen şakasına takılıyoduk onlara, soruyoduk, ne oldu doğurdu mu falan diye, nerdeyse kendileri doğurcakmış kadar endişeliydiler... Yani hem güzel geliyodu yaptıkları ama bazen okyanusta bi damla diye de hissediyo insan, biz ne düşünürsek düşünelim onlar gitmişlerdi hergün, hem de tüm aksiliklere rağmen yılmadan usanmadan... Bi gün bebeğimiz doğduuuu diye sevinçle girdiler ofis-evin kapısından, hepimiz takılıyoduk da tabii ki duyunca çok mutlu olduk... dedik ismi ne? “Hayat” dediler...

Aynı gökyüzünün, aynı güneşin, aynı ayın altındayız ve yine de “Hayat” verilen en güzel hediye...




Youtube'a giremeyenler için :
http://www.zapkolik.com/video/julide-ozcelik-hayat-505269
Hayata Destek Derneği için:
https://www.facebook.com/HayataDestek?fref=ts

Bilge 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder